DEDE KORKUT HİKAYELERİ


Dede Korkut Hikayeleri, XII., XIII., XIV. asırlarda Anadolu’nun doğusunda; bütün bu asırlar boyunca, buraya gelip yerleşmiş, buralarda vatan tutmuş Oğuz Türkleri arasında yaşamış, işlenmiş ve yayılmış hikayelerdir. 
Bu hikayede Oğuz Türkleri’nin Gürcüler, Ermeniler ve Trabzon Rumları ile yaptıkları dış savaşlar anlatılır; yeni vatanda yerleşen Türk boylarının kendi iç çarpışmaları hikaye edilir. Fakat aynı hikayeler, Oğuzların eski destanlarından kalma hatıralarla zengindir. 
O kadar ki bu hikayelerin aslı, belki de, eski Oğuz Destanı’nın vak’alarıdır. Fakat bu vak’alar, zamanla değiştirmiş; kahraman değiştirmiş ve yeni vatan coğrafyasının hayatı ve hareketleriyle birleşip işlenerek Anadolu’nun yerli hikayeleri olmuştur. Dede Korkut Kahramanları arasında, yer yer, Ortaasya Oğuzlarına aid vak’aların hatıraları ve hususiyetleri bulunması bundandır. Esasen bu hikayeler, elimizdeki yazılı şekilleriyle hikaye ve masal karakteri göstermekle beraber, daha çok, destan tesiri bırakan vasıflar taşımaktadır. 
Dede Korkut Hikayeleri’nin XV. Yüzyılda Akkoyunlular’ın egemen olduğu kuzeydoğu Anadolu bölgesinde yazıya geçirilmiş olduğu tahmin edilmektedir. 
Türk kültürünün önemli kaynakalrından biri olan Dede Korkut Kitabı, müslüman Oğuz Türkleri’nin kültür yapılarını, dil ve söyleyişlerini en iyi yansıtan bir eserdir. Özgün adı “Kitab-ı Dede Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan” (Oğuz Boyunun Dili ve Dede Korkut Kitabı) olan Dede Korkut Kitabı, bir destani Oğuz hikayeleri mecmuasıdır. 
Türk Dili ve Edebiyatı alanında Dede Korkut Kitabı ya da kısaca Dede Korkut adıyla anılan eserin değin iki orijinal nüshası ele geçmiştir. Dresten kral kitaplığındaki nüsha içinde bir önsözle 12 hikaye vardır. Vatikan kitaplığındaki nüsha içinde de bir önsözle yalnız 6 hikaye vardır. 
Kitabın girişi Dede Korkut’un takdimi için yazılmıştır ve iki kısımdan oluşur. Birinci kısım Dede Korkut’u tanıtan kısımdır. İkinci kısım ise Dede Korkut’un sözlerine ayrılmıştır. Besmeleyle başlayıp dua ile biten bu girişten sonra kitapta 12 hikaye yer alır. Bunlar sırasıyla:
1. Dirse Han oğlu Boğaç Han hikayesinde; Dirse Han’ın koç yiğitleri, bir iftira ile oğlu Boğaç Hanı babasına öldürtmeğe kalkarlar. Başaramayınca, Dirse hanı kafirlere teslim ederler. 
2. Salur Kazanın evinin yağmalandığı destanda; Kazan Han, beyleri ile eğlenir ve avlanırken, kafirler tarafından baskına uğrar, annesi, karısı, oğlu esir götürülür. Kazan Han ve arkadaşları esirleri kurtarmaya çalışır. 
3. Kam Pürenin oğlu Bamsı Beyrek hikayesinde; bir düğün esnasında kafirler Beyrek’i kaçırırlar. 
4. Kazan Bey oğlu Uruz Bey’in esir olduğu destanda; Kazan Han, oğlu Uruz’a mücadele dersi verirken, Uruz esir düşer. 
5. Duha Koca oğlu Deli Dumrul destanında; Deli Dumrul Azrail ile karşılaşır ve ona mağlup olur. 
6. Kanglı Koca oğlu Kan Turalı destanında; Kan Turalı Trabzon tekfurunun kızını almak için üç canavarla güreşir ve kızı alıp obasına dönerken, kafirler tarafından baskına uğrar. 
7. Kazıklık Koca oğlu Yigenek destanında; Yigenek esir babasının kurtarmak için kafirlerle savaşır. 
8. Basatın Tepegözü öldürdüğü destanda; Basat, bir canavar – insan olan Tepegözle mücadele eder. 
9. Begil oğlu Emrenin destanında; Begil bir şeref meselesi yüzünden Kazan Han’a kızarak ona isyan etmek ister, bir av sırasında attan düşer, düşmanlar bunu haber alarak ordusuna hücum ederler, oğlu kafirlerle savaşır ve ancak Allah’ın yardımı ile galip gelir. 
10. Uşun Koca oğlu Segrek hikayesinde; Segrek esir olan kardeşini kurtarmak için mücadele eder. 
11. Salur Kazan esir olup oğlu Uruzun çıkardığı destanda; Kazan Han, uyurken düşmanlar tarafından esir edilir ve oğlu tarafından kurtarılır. 
12. İç Oğuza Dış Oğuzun asi olup Beyreğin öldüğü destanda; bir haysiyet meselesi yüzünden Dış – Oğuzlar İç – Oğuz’a isyan ederler. 
Ayrı ayrı olarak hikayelerin konusu, Oğuz topluluğu içindeki beylerin teker teker başlarından geçen maceralardır. 
Başta bütün beylerin kendisine bağlı oldukları bir han vardır. Hanlar hanı diye gösterilen bu han Bayındır Han’dır. Fakat Bayındır Han pek sahneye çıkmaz. Bayındır Han’dan sonra Kazan Bey gelir. Hikayelerin en mühim kahramanı olan Kazan bütün Oğuzların müşterek beyler beyi, bir çeşit umumi valisidir. Ondan sonra Oğuzlar ve Oğuz ülkesi İç Oğuz, Dış Oğuz (Üç Ok, Boz Ok) olarak ikiye ayrılır. Kazan aynı zamanda İç Oğuzun beyler beyidir. Dış Oğuzun beyler beyi Kazan’ın dayısı Aruz’dur. Onların idaresinde de eski 24 Oğuz boyu taksimatına göre çeşitli beylikler ve boylar bulunur. Eserde bu siyasi ve idari düzen içindeki Oğuzların milli hayatı, birer sembolden başka bir şey olmayan kahramanların etrafında dile getirilmektedir. 
Dede Korkut Kimdir?
Hikayelere adını veren Dede Korkut’un kim olduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bu hikayelerin yazarı olarak kabul edilen bir Oğuz ozanıdır. Besmeleyle başlayan girişi bölümünde Dede Korkut’un Oğuzların Bayat boyundan olduğu, “ala göz dev” kızından doğduğu belirtilir. Söylentilere göre o, 295 veya 300 yıl yaşamıştır. Hikayelere göre Dede Korkut eski Türk destanlarında görülen, hükümdarlara bile öğütler veren ak saçlı, ak sakallı, bilgili Türk ihtiyarlarını hatırlatmaktadır. Yaşamı, sürekli yol göstermek, bir tür manevi liderlik yapmakla geçmiştir. O, bilinmezleri bilen, sorunları çözen, ilerleyen yıllarda hanlığın Kayılara geçeceğini gören kutlu bir kişidir. Bu isim alabilecek kahramanlıklar gösteren Türk çocuklarına ad verme işinden başlayarak, daha bir takım vazifeler gören Dede Korkut’un her hikaye sonunda ismi geçmekte; Oğuz beyleri ve Oğuz boyları hakkındaki duaları sıralanmaktadır. Dede Korkut’un elindeki kopuzu seslendirerek kahramanlık destanları anlatan bir Türk ozanı sıfatiyle, hikayelerde esaslı bir mevki aldığı görülmektedir. 
Dede Sultan, Korkut Ata, Dedem Korkut gibi adlarla anılan Dede Korkut; Menkabeye göre, hayatının sonlarına doğru ölüme savaş açarak insanlardan kaçar. Fakat her yerde ölüm, onu izler. Ölümü de menkabelerde, olağanüstü motiflerle anlatılır. Türbesi, Taşken dolaylarında Kazalı’dadır. 
Dede Korkut Hikayelerinde Dil ve Anlatım
Dede Korkut Hikayeleri, daha IX. asırdan beri halk vicdanına nüfuz etmiş, ortak islam medeniyeti kelimeleriyle de zenginleşen, her bakımdan işlenmiş bir halk diliyle anlatılmıştır. Bu hikayelerdeki türkçeleşmiş kelimeler de Türkçe kelimeler gibi, Türkçe’nin bir mecazlar, cinaslar ve kafiyeler lisanı oluşundaki dehaya uymuştur. 
Bu hikayelerde kullanılan dil, XIV. yüzyıl Anadolu Türkçesi’dir. 
Eserde nazım ve nesir karışık olarak kullanılmıştır. Hikayenin ağzından söylenen yerler nesirle; heyecanlı olaylar sırasında kahramanların duygularını bildiren yerler nazımla yazılmıştır. Nesirle yazılan yerler de şairane bir üslupla yazılmıştır. 
Dede Korkut Hikayelerinde anlatım yalındır, anlatımın ağırlık yönü anlatı üzerine kurulmuştur. 
Dede Korkut Hiakyeleri, Türk Halk dilinin kendi özelliği, kendi tabirleri ve kendi an’anevi hikaye üslubiyle ne güzel eserler vermeğe muktedir olduğunu meydana koyan değerli kaynaktır. 
Dildeki güzellik, bazan tek kelimeye kadar inen kısa fakat kuvvetli ve daima “vecize” karakteri ve atasözü hatırası taşıyan cümlelerle; ve bilhassa bu cümlelerin Türk dili musikisi, Türk dilinin tabii ve şuurlu grameri ile olan harkulada uygunluğu ile temin edilmiştir. 
Dede Korkut Hikayelerini milli destan olarak kabul eden Muharrem Ergin, bu konuda şunları dile getirmiştir: “Milli destanın en büyük vasıflarından biri dil vasfıdır. Destan dili, bağlı olduğun dilin en güzel örneğini teşkil eder. Dede Korkutun dili de tam bir destan dili olarak Türkçenin emsalsiz bir şaheseri durumundadır. Bu dil milletin ağzından asırlarca süzüle süzüle adeta ata sözleri ve vecizeler dizisi haline gelmiş bir dildir. Destan dili bu bakımdan mukaddes kitapları diline benzer. Onun için dil bakımından Dede Korkut mukaddes kitabı durumundadır diyebiliriz. Üslubu ise bu dile uygun; yalın, açık, kesin, fakat ihtişamlı destan üslubudur.”
Hikayelerdeki Tarihi – Coğrafi Özellikler
Akkoyunlular etki döneminin kapanıp, Osmanlı egemenliğinin artmaya başladığı devrede yazıya geçirildiği tahmin edilen bu ürünlerde, döneme ait çeşitli tarihi unsurlara da rastlamak mümkündür. 
Orhan Şaik Gökyay, hikayelerdeki kimi olay, motif ve isimlerin Oğuzların daha Türkistan’dan ayrılmadıkları dönemlere ait olduğunu belirtmektedir: “Nitekim Karacuk – dağ Karşu yatan Karadağ, Aladağ, Kanlı Koca, Uşun Koca ve başkaları gibi adlar hep Türkistan’a aittir; bütün Bamsı Beyrek hikayeleri de Türkistan’da söylenmektedir. (...)
Pertev Naili Boratav, “Dede Korkut Hikayelerindeki Tarihi Olaylar ve Kitabın Telif Tarihi” adlı önemli makalesinde, çeşitli kaynaklardaki tarihi kayıtlara dayanarak, tarihle hikayelerin ilişkileri ortaya koymuştur. Özellikle Ebulgazı Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime’si ile, Reşidüddin’in Camiü’t tevarih adlı eserlerine dayanan Boratav, Korkut Ata ve Salur Kazan isimlerinden hareket ederek, Salurlar ve Peçeneklerin tarihi gelişimleriyle, hikayeler arasında bağlantılar kurmaktadır. Oğuzların destan geleneğinde Kayıların durumunu da inceleyen Boratav, Kıpçaklarla olan değinileri ele alarak Akkoyunluların tarih sahnesindeki rollerini, Bizanslılarla olan ilişkilerini ayrıntılarla ele almaktadır. Tarihi kayıtlara dayalı bu incelemeler sonunda Boratav, şu sonuca varmaktadır: “Dede Korkut kitabını inceleyenler çok defa bir tek tarihi ana ve coğrafi sahaya saplanıp kalıyorlar. Unutmamalıyız ki bu metin, bir destan telifidir. Böyle olunca onun içindeki unsurlarda zaman, mekan ve kaynak birliği aranmaz. Araştırmaların bugünkü durumuna göre (...) biz bu destanlarda tarihi iki tabaka görüyoruz: 
1. Oğuzların eski vatanları olan Sır – Derya bölgesindeki komşularıyle, Peçenek ve Kıpçaklarla mücadele ve münasebetleri. Bununla ilgili epizodlar, Oğuzların Anadolu’ya gelmelerinden önce Salur Kazan’ın adı etrafında ve Salur Boyu’nun bir destanı halinde teşekkül etmiş, Oğuz boylarıyla birlikte Anadolu’ya göç etmiş, onların bu yeni yurtlarında, eski düşmanlarının yerini Gürcülere ve Abhazalara bırakarak yeni savaş ve komşuluk münasebetlerine uygulanmıştır. 
2. XIII. yüzyıl ortalarından başlayarak Doğu – Anadolu ve Azerbaycan’da Gürcülerin, Abhazların ve bilhassa Trabzon Rumlarının yurtlarına Türkmen zümrelerinin ve daha çok Akkoyunluların akınları ve bu kavimlerle türlü komşuluk münasebetleri. Bunlar Bayındır Han’ın adı etrafında işlenmiştir. (...)
Coğrafya: Hikayelerdeki yerler iki kısımda ele alınmaktadır: Doğrudan hikayenin dekoru olan mekanlar ve salt isim olarak geçen yerler. Hikayelerin geçtiği yerlerin adı, hikaye kadrosu tarafından, Oğuz illeri veya kısaca Oğuz diye tanımlanmaktadır. Bu Oğuz ili, İç Oğuz (Üç Ok) ve Taş Oğuz (Boz Ok) diye iki kısımda bilinmektedir. Bu yerler, günümüzdeki kuzeydoğu Anadolu’dur. 
Olayların odaklandığı yer içinde Akçakale, Cızıglar, Derbend, Mardin, Bayburt gibi haritalarda yer almış merkezlerin geçmesi yanında, Ağlağan, Göçedağ, Karacuk Dağı, Karadağ, Amıt Suyu, Dereşam, Gökçe Deniz, Uzun Pınar gibi çeşitli dağ, orman, nehir ve göl adları da sıkça kullanılmaktadır. 
Asıl dekorun oluştuğu yerlerin dışında, çeşitli vesilelerle adı geçen İstanbul, Rum, Şam, Mekke ile Türkistan’daki kimi dağların adlarını da görmek mümkündür. 
Dede Korkut Hikayelerinde Aile, Kadın ve Çocuk Terbiyesi
Bu hikayelerde bize tanıtlan Türk boylarının, tarihi hayatlarından ziyada içtimai hayatları, çok canlı, zengin ve orjinaldir: 
Aile: Hikayeler öyle haber verir ki bu cemiyette çok sağlam bir müessese, aile’dir. Bu aile, kadınla erkeğin birbirlerine ölesiye bağlı bulundukları; gerek çocukları için, gerek birbirleri için hayatlarını fedadan çekinmedikleri, vefalı ve manalı bir aile tipidir. Mitolojik bir hikaye çehresi taşımakla beraber, Dede Korkut Türklerinin aile anlayışını bize büyük ustalıkla anlatan mühim hikaye Deli Dumrul hikayesidir. 
Tanrıya karşı işlediği bir suç yüzünden ölüme mahkum edilen Deli Dumrul, canını almaya gelen Azrail’e “Sen aradan çık! Benim canımı alacaksa Tanrı alsın!” deyince Allah tarafından affedilir. Şu şartla ki: “Deli Dumrul, canı yerine can bulacak ve kendi canı azad olacaktır.” Fakat Dumrul’a canını kim verecek? İhtiyar babasına gidiyor, can istiyor, alamıyor. Hatta annesi bile oğlu için canını feda edemiyor. Çaresiz kalan Dumrul, ölmeğe razı oluyor. Fakat iki oğlancığı vardır. Onları doğuran karısına gidiyor. Öleceğini söylüyor. Ona birçok bağışlarda bulunuyor. Hatta ölümünden sonra evlenmesine bile razı oluyor. tek dileği, bu iki oğlancığı öksüz bırakmamasıdır. Fakat kadın bu sözlere isyan ediyor ve kocasının yaşaması için ölmeğe razı oluyor. hikayenin devamında erkek de karısının ölmesine razı olmayacak ve Allah’a 
Alur isen ikimüzün canım bile algıl
Kor-isen ikimüzün canın bile kogıl
Keremi çok kaadir Tanrı
diye yalvaracaktır.
Hikayelerde çocuksuz ailenin cemiyet içinde nasıl hakaret gördükleri, çocuğu olmayan Hanların bir çocuk, bilhassa bir erkek çocuk için nasıl odaklar adayıp, yoksullara iyilik edip, Tanrıya yakardıkları defalarca anlatılır. 
Hanlar Hanı Bayındır Han’ın çocuğu olmayan Hanları kara çadırdan konuklayarak onlara adeta hakaret ettirmesi, eski Türklerde nüfus siyasetinin parlak bir delilidir. 
Kadın: Aynı hikayede ve diğer Dede Korkut sahifelerinde dikkate çeken mühim bir nokta, bu hikayelerde eski Türklerin kadına verdikleri büyük değerden izler bulunmasıdır. Buna göre, kadın, Türk topluluk hayatında erkeğe yakın hatta onunla her bakımdan müşterek bir hayat yaşar. Ata biner, silah kullanır, kısaca, erkeği kadar savaş gücüne sahip, müstesna bir kadındır. Ancak kadınına: 
Beri gel ey başım bahtı, evim tahtı
Evden çıkıp yürüyende selvi boylum
Topuğunda, sarmaşanda kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşım
Koşa badem sığmayan dar ağızlım
Güz elmasına benzer al yanaklım
Kadınım, direğim, dölüğüm.
diye hitap eden ve onu bir kadın olarak ne çok sevdiğini ve ona nasıl hürmet ettiğini belirten bir erkek, eğer bu kadın bir “anne” olmamışsa o zaman aynı kadına: 
Han kızı yerimden turayım mı
Yakanla boğazından tutubanı
Kara ökçem altına alayım mı
Kara pulat öz kılıcım elüme alayım mı
Öz gövdenden başunı keseyim mi
Can tatlusın sana bildireyim mi
Alca kanın yer yüzüne dökeyim mi
Han kızı sebebi nedir değil bana 
Katı gazab ederüm şimdi sana.
diye haykırabilecek kadar şiddetli davranabilir. Erkeğin burada, “Sebebi nedir?” diye sorduğu sual: “Yetmen bir oğlumuz olmayışının sebebi nedir?” sorusudur. 
Buradan da anlaşılabileceği gibi kadının değeri mukaddes Türk çocuğunun annesi olmasındandır. Anne olmayan kadının cemiyetteki mevkii çok düşüktür. 
Çocuk Terbiyesi: Bu kadın ve çocuk sevgisine muvazi olarak Dede Korkut Hikayelerinde çocuk büyütme ve gençlik terbiyesi çizgileri de vardır. 
Bunlar arasında, annelerin, han kızı ve han karısı da olsalar, çocuklarına “dolap dolap ak sütlerini emzirdikleri, söylenir; onları “dolama beşiklerde beledikleri” bezleyip kundakladıkları ifade edilir. Biricik evladlarını dadılara verip muhafaza ettirdikleri bildirilir. Bu çocuklar biraz daha büyüyünce, onlara yay çekmek, ok atmak, ata binmek, avlanmak ve savaşta kılıç çalmak gibi dersler verilir. Çocukların yaşları büyük de olsa, babalarının, analarının hatta ağabeylerinin ellerini öpmeleri ve onların öğüdlerini dinlemeleri vazgeçilmez bir terbiye icabıdır. 
Dede Korkut Hikayelerinde bir kahramanlık göstermeden çocuklara ad verilmez. Hikayelerde ad verme işini Dede Korkut yapar. “Dirse Han oğlu Boğaç Han” hikayesinde Dirse Han’ın 15 yaşlarındaki oğlunun, güreş alanında kendisine saldıran boğayı yenerek öldürmesi ve Dede Korkut’un gelerek ona “Boğaç Han” adını vermesi buna güzel bir örnektir. 
Diğer Kıymetler
Dede Korkut hikayelerinde kahraman, savaşçı, ahlakçı ve san’atkar bir milletin daha birçok meziyetlerine tesadüf etmek mümkündür. Bu hikayeler, bize Türk milletinin toplu bir halde yaşarken, hayatını, ne eski bir tarihe ve ne tarihi geleneklere göre idare ettiğini açıkça göstermektedir. Kadını, erkeği ve çocuklarıyla sağlam ve kahraman bir bünyeye malik olan bu milletin nasıl yalnız milli-içtimai-ahlaki ülküler uğrunda çarpışır bir cemiyet olduğunu bu hikayeler bize muvaffakiyetle tanıtmaktadır. 
Yurtlarının coğrafi talihine uyarak ekseriyetle göçebe bir hayat yaşadıkları için bir şehir medeniyeti değil, daha çok bir çadır medeniyeti kuran bu cemiyetin çok sevilen seyyar evler, hatta bazen seyyar saraylar halinde müteaddit çadırları vardır. Hikayelerde, renk renk, çeşit çeşit olan bu çadırlar hakkında geniş bilgiler verilmiştir. Bölük bölük odaları, ışıklı, ipek sayvanları, altın başlı direkleri ile bu çadırlar, eski ve temiz Türk ailelerinin yuva kurdukları mukaddes çatılardı. 
Yine bu hikayelerden, Türklerin zarif giyinişler hakkında da etraflı bilgiler edinmek mümkündür. Kadınlar gibi erkekler de çok kerre güzel ipekli kumaşlardan, süslü, işlenmiş elbiseler giyiniyorlardı. Serpuşlarından pabuçlarına kadar giydikleri her şey güzel, zarif ve kıymetli idi. Çelikten yapılan silahların altından, gümüşten, murassa’kebzaları, okların san’atkarane işlenmiş sadakları vardı. Elbiseler üzerine kuş resimleri gibi sevilen hayvanların nakışları işleniyordu. Tabiat güzelliklerinden faydalanmakta ve iyilik beklemekte öyle ileri gidiliyordu ki, masallar, yaralanmış insanların onulmaz yaralarını “ dağ çiçeği ile anne sütünden yapılan bir merhemle” iyi ettiklerini söylüyorlardı.
Eserin Değeri
Türk kültür dünyasının en önemli, değerli ve başta gelen şaheseri şüphesiz Dede Korkut Kitabı’dır. Eserin çok cepheli olması, edebiyattan dile, gelenekten atasözlerine, tarihten coğrafyaya, hasılı pek çok alana kaynaklık etmesi, elbette bu eserimize paha biçilmez bir değer kazandıracaktır. 
Bu konuda Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün değerlendirmesi daima ölçü olarak ele alınmıştır. “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız yine de Dede Korkut ağır basar. 
BASATIN TEPEGÖZÜ ÖLDÜRMESİ
Bir gün, Oğuz otururken üstüne düşman gelir. Geceleyin ne yapacaklarını bilemezler. Yurtlarından kaçıp giderken Uruz Koca’nın oğlu düşer. Onu bir aslan bulur götürür ve besler. 
Günün birinde Oğuzlar gene eski yurtlarına dönerler. Bir at çobanı Hanın yanına gelerek ormanda gördüğü insan olan fakat aslan gibi davranan çocuktan bahseder. Uruz bunu duyunca düşürdüğü oğlu olduğunu anlar. Beyler aslan yatağına varırılar oğlancığı tutup eve getirirler. Ancak oğlan yine aslan yatağına döner, evde durmaz. Bunun üzerine Dede Korkut’u çağırırlar. Dede Korkut oğlancığa “sen insansın, insanlar gibi yaşa, senin kardaşının adı Kıyan Selçuk’tur. Oğuz’un bir yiğididir. Senin adından Basat olsun, adını ben verdim, yaşını yüce tanrı versin” diyerek oradan ayrılır. 
Oğuzlar bir gün yaylaya göçer. Konur Çoban adlı bir oğuz koyun güderken pınarın başında perileri görür. Onlarda birini yakalar. Tuttuğuyla kalmaz onunla çiftleşir. Peri çobana şöyle seslenir:
“Akılsız çoban! Yıl tamam olunca gel bende emanetin olacak, gel de onu al! Oğuzun başına büyük bir bela getirdin.”
Bir yıl sonra aynı pınarın başına gelen çoban orada bir karaltı yattığını görür. Bunu görünce şaşırır uzaktan taş atar. Taşı attıkça karaltı büyük ve çoban korkarak oradan kaçar. 
O sırada Hanlar hanı Bayındır beyleriyle at gezintisine çıkmıştır ve bu pınarın başına gelerek ne olduğunu belirsiz bu nesneyi görürler. Yığınağı tekmelemeye başlarlar. Yığınak yarılır ve içinden tek gözlü bir oğlan çıkar. Uruz bu oğlanı alır ve evlatlık edinir. Oğlu Basat’la büyütmeye başlar. 
Tepegöz büyük oğlancıklarla oynar fakat oğlancıkların kiminin burnunu kiminin kulağını yemeye başlar. Halk onu Uruz’a şikayet eder. Uruz, Tepegözü döver, söver ama söz dinletemez ve sonunda onu evinden kovar. Tepegözün Peri anası gelir ve oğlunun parmağına yüzük geçirerek “Oğul sana ok batmasın, tenini kılıç kesmesin”der. 
Tepegöz bir dağa çıkar, yol keser, adam öldürür, harami olur. 
Oğuzlar ne yaptılarsa onu öldüremezler. Dede Korkut’u çağırırlar ve bir anlaşma yapması için onu Tepegöz’e gönderirler. Tepegöz aşlarını pişirmek için iki adamla bunun yanında yemek için hergün beşyüz koyun ve 2 dam ister. Oğuzlar buna uyarlar. O günlerde Basat savaşa gitmiş ve yeni dönmüştür. Yaşlı bir kadın onun yanına gelerek şunları söyler: 
- Yalancı dünya yüzüne bir er çıktı. Oğuz elini yaylımına kondurmadı. Kara çelik öz kılıçlar, kesilesi kılını kestirmedi. Kargı, mızrak oynatanlar, ona batıramadılar. Ak sakallı baban Uruz’a kan kusturdu, adı batası. Kardaşın Kıyan Selçuk alan ortasında böğüre böğüre can verdi. Kesim dedi kesti, günde iki adamla beş yüz koyun istedi yemeden geberesi. Yünlü ile Yapağılı kocayı ona hizmetçi verdiler. Bu kocalar onun yemeğini pişirirler. Başımıza neler geldi oğul Basat! ne belalar dağladı bağrımızı. İki oğlancığım vardı ceylan gözlü. Birini verdim biri kaldı. Döndü sıra yine bana geldi. Onu da istiyor devrilesi Tepegöz! Hanım bana medet! diye ağlar, bağırıp çağırır ve ondan bir esir ister. Basat bir tutsağı o kadına vererek “var oğlunu kurtar” der. 
Kadın esiri alır oğlunun yerine verir ve Uruz’a Basat’ın geldiğini müjdeler. Basat evine gelince eğlenceler düzenlenir. Oğuz beyleri toplanır, yemeler içmeler olur. Kardeş acısıyla yüreği yanan Basat beylere “Kardeşim uğruna Tepegözle buluşmak istiyorum, ne buyuruyorsunuz” diye tanışır. Yiğitliğiyle ünlü Kazan Bey “Tepegözü yenemezsin. Ak sakallı babanı ağlatma, Ak pürçekli ***** sızlatma” der. 
Fakat Basat onu dinlemez. Tepegöz’ün olduğu Salahan kayasına gelir. Tepegöz onu yakalar, çizmesinin içine sokar. Hizmetçilerine “Bre kocalar ikindileyin bunu çeviresiniz, yiyeyim” der. 
Basat hançerinin yardımıyla oradan kurtulur. Ne yaptıysa onu öldüremediğinden Tepegöz’ün hizmetçilerine “Bre kocalr, bunun ölümü nedendir diye sorar. Onlarda “Bilmeyiz fakat gözünden başka et yoktur” derler. Bunun üzerine Basat ocakta kızdırdığı kızıl şişi eline alır, adı güzel Muhammed’in yüce adını anar ve Tepegöz’ün gözüne öylesine basar ki ortada göz möz kalmaz. Tepegöz öyle bağırır öyle bağırır ki yer gök, ırmak dere yankılanır. Oğuz halkı o gün önemli bir olayın olduğunu sezer.
Basat sıçrar, mağaraya koyunların arasına girer. Tepegöz mağaranın kapısını tutar Basat’ı tam yakalayacağı sırada Basat, onun budunun arasından sıçrayıp kaçar. 
Daha sonra Tepegöz, Basat’ı türlü kurnazlıklarla yakalamaya çalışır. Her seferinde uyanıklığı ve Tanrının yardımıyla kurtulan Basat!a en sonunda Tepegöz “Anlaşıldı ki sana ölüm yokmuş. Mağaranın kapısında biri kınlı, biri kınsız iki kılıç var. Keserse o kınsızıkeser benim başımı der. Basat kınsız kılıcın yanına varır, inip çıkan kılıcı hemen tutmaz. Yayını gerer, okla kılıcın asıldığı zinciri parçalar. Yere düşen kılıcı kabzasından tutarak Tepegöz’ün yanına gelir. “Bre oğlan daha ölmedin mi? diye soran Tepegöz’e “Ölmedim ya, ölmedim Tanrım kurtardı” der. 
Tepegöz karşısında umarsız kaldığı bu yiğidin kim olduğunu sorar ve beraber büyüdüğü kardeşi Basat olduğunu duyunca “Kıyma bana kardaşım, ciğerim Basat” der. Basat ise:
Bre kavat oğlu kavat, ak sakallı babamı ağlatmışsın!
Kardaşım Kıyan’ı öldürmüşsün! 
Akça yüzlü yengemi dul bırakmışsın
Ala gözlü bebeklerini öksüz bırakmışsın!
Bırakır mıyım sana bunları!...
Kara çelik öz kılıcımı çekmeyince
Kafalı börklü başını kesmeyince...
Alca kanını yeryüzünde dökmeyince...
Kadaşım Kıyan’ın kanını almayınca...
diyerek Tepegöz’ün kendi kılıcıyla boyunu vurur. Tek gözlü kafayı deler yaygının kirişine takar. Yünlü koca ile yapağıda kocayı oğuza müjdeci gönderir. 
Güçlü Oğuz beyleri, Oğuzlar haberi duyunca yediden yetmişe yollara dökülür. Salahana kayasına yetişirler. Tepegözün pis başını sürüyüp alanın ortasına getirirler. Tüm Oğuz halkı bir yürek olmuştur. Basat’ı kucaklarlar. Basat Oğuz’u kurtarmıştır, onları sonsuza dek var olacak özgürlüklerine kavuşturmuştur. Oğuz arasında bir yürek sevincidir başlamıştır. 
Dedem Korkut geldi, ellerini açtı, Tanrı’ya yakardı. Oğuzlarda ellerini açtılar yakardılar. 
- Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgelice koca ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Yüce Tanrı, alçaklar karşısında eksiklik vermesin... Ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın. Günahımızı, adı güzel Muhammed Mustafa’ya bağışlasın.

Mayıs 03, 2017